logo
  • Sinema
  • Çocuk Atölyeleri
  • tiyatro
  • Resim
  • Denemeler
  • Artçı

şiirler, yazılar...




  • iletişimde fetiş
  • yeni Yaklaşımlar

Evrensel Mülksüz...

Küresel düzen yıkıcılığını etkisiz kılacak arayışlar; barış oluşumlarına koşullu.

Sermaye iktidarına bağımlı hayatlar yaşıyoruz. Tükettiklerimize yüklü duygular kadar yaşam üretebiliyoruz. Marka psikolojileri ile edinilen kimliklerimiz var. Müşterisi olduğumuz Film ve tv'lerden, içi boşalmış tek tip yaşam kurguları ve metalaşmış eleştiriler üzerinden; hayallerimiz ve kendimizin doğrulanmasını bekliyoruz... Böylesi yığınlaşmalar içerisindeki yolcularız. Bilinç altlarımızı konforlu beklentiler ele geçirmiş, kasıp kavuran bir yanılsamalar zinciri... Değiştirilmesi gereken budur.

Gönüller ve sesleri...
Dünyayı değiştirmeliyiz...
Beyinleri aralıksız koşullayan, ele geçiren tüm kültürel çevre ve mecralardan; yıkıcı, azgın sömürü ve projelerin yapay ara dünyaları ile kuşatıldık. Bu verili ortam saldırılarının ulaşamayacağı barış projelerinin, doğal güveni ve gücü nasıl ortak bir insanlaşma yolculuğumuzun ‘normali’ olabilir?... Böylesi bir öngörü; vahşi ve amansız bir saldırı ortamında; insan kalbinde korunabilir; destek bulabilir mi? Böylesi azgın kuşatmaya karşı duracak evrensel kültür inşası için, kalplerin işbirliği gerek. Bu olmadan olmaz... Asıl soru; dayanışma, paylaşma ve yardımlaşmanın dünyadaki örgütlenebilir gücü temelinde bir yeni dünya düzeni kurulabilir ise; bu nasıl olabilecek? Gerçekteki gücümüz... Aile, devlet ve ihtiyaçlar baskısındayız. İçlerimizde açığa çıkmayan, çıkartamadığımız güç var. Yine de ; bir avuç küresel sermaye erbabı bizi yönetiyor, kontrol edebiliyor. Kar etmenin aracı olsa da öngörülebilir düzen dengeleri içinde yaşadıklarına rıza göstermek zorunda kalan kitleler, üzerlerinden üretilen; dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağı bu yaşam tarzlarının, çatışma baskılarının; ulusal ve küresel politikalar ve güçler eliyle sürmesini; yakılan, yıkılan kentleri, acı çeken, ölen aileler ve insanları izlemekte... Tıkıştığımız, tekniğin ezici konfor dayatmaları altındaki, esir kamplarındaki hayatlarımız eksenindeki şans ve umut arayışlarıyla (çok)yaşamak zorunda değiliz... Tarih boyunca toplum ve sınıflarının temel dayanağı savunacakları “mülkiyet”lerin sağladığı ve salgıladığı egemenlik ereği ve buradan vesayet alan gücün, meşruiyeti olmuş... Mülkiyetin gereği ile kutsanması yolculuğu; mülksüzlerden aldığı özdeşik içsel destek(!) ile sağlanmıştır. Bu rasyonel ve haklı(!) cesaret, orta sınıflar elinden yeniden üretilir. Bir avuç mülkiyet sahibi izindeki %99 luk gölgeler; dünyanın yakılıp yıkılmasını, işin doğası, kaderi ile eş tutmuş; koroya katılmıştır... Bir kanlı ve çirkin oyundur bu dünyada yaşanan ve yaşatılan. Mülke mecbur olmayan “yeni yaşamın” teslim olmadığı; kurdurulan düşler saçmalığında hakikatten kaçmadığı, hatta onu bozabileceği ne olabilir?... Mülke dair olmayan bir yaşam içinde söndürülebilir mi dünyanın ateşi? Mülksüz olma güveninin kültüründe bunu başarabilir mi insanlık... Farkında olmadığımız gelecek bir insan ve yaşamının sağlayacağı destekten henüz uzaktayız... Mülkiyet gücündeki bu kanlı egemenliği alt edecek olan; insanın kendi mülksüz duyguları gerçeği olabilir mi... Kirlenmeden, köle olmadan yaşayıp ölebilir mi insan? Gönüllülüğün bürokrasiye, hiyerarşiye; periyodik düzenlere, kuruculara ihtiyacı yoktur... “Varoluşu yeterli hissetme” duygusu bizlere yeterlidir... Karşınızdaki istemeden onu kandıramazsınız... Aldanmışlık duygusunun meta ile meşruluğu insan yolculuğunu başka yöne çevirir. Onurlu yaşama sahip çıkmak ve bunu yaşamdan inadına talep etmek gerek. Hakikatin peşinde olmayı yaşamanın duygu ve deneyimleriyle gelişebilir insan...


Sosyal düzen
Gelişmiş ülkeler medeniyetlerini; geri bıraktırılmış işgal edilmiş ülkelerin emeği ve kanlarıyla yıkarlar... Tüm bu gelişmiş ülkelerdeki sosyal yapıların ürettiği ve insanlığa teklif ettiği yaşamlar; insan hayatına önem vermez, onu özgürleştirme amacı gütmez; “bunu vaad eder”... Büyüler, uyuşturur; dayattığı yaşam tarzını bilinç altlarına sokar, itaat sunar; katar. Yakılan, yıkılan ülkeler; travma altındaki yığınlar için, duyulmaz çığlıklar atarız... Gözdağlarımız olarak arşivlere kaldırırız. Karşı olmamıza rağmen ne kadar insan, insan eliyle öldürülüyor... Gerekçesi ne olabilir tüm bu yaşananların?. Bizlerin hayattan talep ettiklerimizdir, onların ölme nedenleri. Maalesef! İnsanlık aynamız budur. BM’nin, İnsan hakları örgütlerinin bu felaketlerdeki cezb edici, kanat gerici işlevleri gizli saklı değil... Öne sürülen uluslararası standartlar kanlı düzenleri sürdürmeye yarıyor. Bu vahşet medeniyetinin insani görünümlü kurumları parlamentolardan, kanaat önderlerinden güven alıyor; destek görüyorlar... Bu çirkinlikte bir oyun içinde insanlık... Sermaye gücündeki bu yıkım borusu sürgit ötsün isteniyor ...

Yıkım Demokrasisi
Yıkılacağı yeri ve şiddeti ölçebilen, kontrol eden ve karar veren bir demokrasi... Karşıt düşünce yelpazeleriyle bu şablonunu “medeniyet” diye sunan insanlığa. İnsan hakları, özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğünün hangi sınıf adına yapıldığı ortadadır... Kirli amaçlarını; her gün bilinçaltlarımıza giydirilen bu egemenci kültürle bir şekilde becermekteler... Etki altında baskılanan kitleler asalak bir dünya içindeki cazibeli(!) yaşamın pençesindedir... Evrensel değer söylemleri; ahlaksız ve kitlesel cinayetler işlemekte onlara serbestlik sağlar ve bunu memnuniyetle yaparlar.




Çevremizdeki bizler
Tüm bu olanlara karşı bizler “Bütçe / maaş” piyasasına tutuklu kalmadan; sağlık, barınma, beslenme ve eğitim dayanışması nasıl sağlayabiliriz? Verili sistemin; piyasa kurum ve ilişkilerinin yörüngesine girmeyen; bağımsız, çözümler nasıl üretebiliriz... Ve en az bütçelerle. Kimsenin örgüt elemanı olmadan, eklenmeden, sivil huzuru, güven ve desteği yaşayabilir miyiz? Bunu yapabiliriz... İhtiyacı olana ihtiyacını bulup, oluşturabiliriz... Pazar aklı ve araçlarından bağımsız gönüllü destekleyebiliriz birbirimizi... Sponsoru, reklam vereni olmadan... Bilinçaltlarını ve hayalleri mal dünyasından koruyarak... “Sosyal sorumluluk” ambalajlarıyla sulandırılmamış, vitrin ürünü olmadan yaşama, dünyamıza dair yeni şeyler söyleyebiliriz... Sermeye kurumlarına, merkezlerine ihtiyacımız yok... Semtimize yeterli periyotlarla doktor, avukat, felsefeci, sanatçı sivil gönüllüler çağıralım. Bankalar, resmi daireler ve alışveriş merkezlerinin bulunmadığı ortamlarda sosyalliğimizi var edelim; yeniden şekillenelim... Bunu yapalım. Tatile çıkalım... Birbirimizi destekleyerek bunu yapalım... Doğada, çadırda, bisiklet sırtında, bahçecilik ve balıkçılık yaparak kampüs hayatına çevirelim dünyamızı. Mülksüz olmanın onuru ve gücünü hissederek dünyaya yeniden bakalım... Bu gücü birlikte duyalım. Devletlere verdiğimiz vergilerle kazandığımız sosyal haklar, tabi ki haklarımız... Burada söylenen; konforun ve koruyucu sosyal dayatmaların güdümünde edilgin olmamaktır. Bireyin aktif kuruculuğundaki gücü ve güveni merkeze alan oluşumu hayata geçirecek güç ile donanmamızdır... Demokratlar, aydınlar, entellektüeller, sosyalistler, sanatçılar, anarşistler, yurtseverler, humanistler, bilim insanları, akademisyenler; insanımızın bunu hak ettiğini biliyorsunuz. Çaresiz hastalıklarımızı kucaklayabiliriz. Çocuklarımızın Endüstri 4 çağı Yapay Zeka döneminde, kendi merakları peşinde irrasyonel yolculuklarına çıkmalarına destek olalım. Hayata katacakları büyüleri anlamaya çalışalım. Pedagoglar, sosyologlar “iş” dışındaki bağımsız projelerinizi hayata geçirmek için neyi bekliyorsunuz? Sanatçı dostlar; yazarlar, çizerler, yontucular, gösteri sanatçıları, zenaatçiler. Toplumdan görev almayı bekliyordunuz çok uzun zamanlardır işte. Üretin bu yeni hayatı ve kendinizi... Bu toplumsal yapı oluşurken "Bağımsız", "bedelsiz" heyecanınızı ve işlerinizi hayata katarak çocukca oyununuzu inşa edin. Ne bekliyorsunuz? Çocuklar ve gençlerimiz; korku, şaşkınlık, belirsizlik ve çaresizlik içindeler... Teknoloji çöplüğündeki karşı doğa artıkları olma heyecanı dışında ulaşabilecekleri gerçek hayat önlerinde. Bu ortamı onlarla sağlayacak kapıları açmalıyız. Onlara; barış içinde, korkusuz yaşayabileceği hayatlarını ve sonsuz insan hayallerimizi bırakmalıyız. Yangın yerlerini değil... Yaşadığımız ve öğreneceğimiz deneyimlerimizi tüm alanlarda paylaşarak; yeni kültür ve yeni düşlerimizi kurmalıyız...

Duygularımızdan başka neye güvenebiliriz...
Baskı kültürleri altında direnmeyi bırakmayan; bozulmamış, kaybolmamış; yabancılaşmamış duygularımıza ihtiyacımız var. Olumlu ve güvenli seslerini kaybetmeyelim. Pozitif gerçekliğimizle öteki sesleri duyarak; tek tipleşme piyasasından kurtulmalıyız. Kişisel farklılık ve arayışların kollektif oluşumunu engellememeliyiz. Çok merkezli farklılıklarla çatışmayı ve yeni olanı üretmeyi yeniden öğrenmek zorunda insan... Baskın çevre, tüm sistemleri ile insanın kişisel deneyimlerinin içine korku olarak dolar. Bu çatışmalar arasında; kalbinin ölmeden sönebildiğine her insan tanık olur. Kabullenir.

Karşılıksız dayanışma, yardımlaşma ve paylaşma
İnsan, olabileceği gibi olana destek verir. Kendine de bu desteği arar... Karşısındakini yaratır; onunla yaratılır... Kendi eksik parça ve karşıtlarını ötekinde bulur. Ve kendini böyle bilebilir.

Mülksüzlük...
İnsanın kendini meta algılamadığı. İnsan insana yaşam. Mülkiyetin gerekli olmadığı dünya kurulabilir. Ötekinden yansıyan güç; insan varlığı ve yaşam ritüelindeki haklı yerini bulmalıdır. Küresel karşıtı Hareket Barışın dünyasına dairdir ve tüm dünyada giderek güçlenmektedir. Küresel karşıtı Hareket; dünyanın şiddet ve korkuyla yönetilen paylaşımındaki tüm çarpık beklentilere, varoluşun çıplak bedeniyle karşı durur. ________________________________________ 01.Mayıs.2010


Sanat ve devlet

Neredeyse insanla yaşıttır sanat.
Bir çeşit çalışmadır. Tüm toplumsal biçimlerin ortak niteliğidir çalışma.
Ernst fischer / Sanatın Gerekliği

Sanat, doğayı, insanın kendi isterlerine dönüştürme gücü olarak şekillenmiştir. Sınıflara bölünmüş günümüz dünyasındaki tekillik ve yabancılaşmaya direnmede bu ‘büyü aracı'; yaratıcı ve özgür olma arayış ve yükümlüğümüzü sürdürmemize yarar(!).
En kısa yoldan var olma biçimidir sanat..

Sınıflara bölünmüş, bir iç çatışmayı sürdüren toplumda sanatın görevi başlangıçtaki görevinden birçok bakımlardan ayrılır.
Sanatın varlık nedeni hiçbir zaman bütünüyle aynı kalmaz.
Bununla birlikte toplumsal durumlar değişse bile, sanatın hiç değişmeyen, bir gerçeği yansıtma niteliği vardır.

İşte biz yirminci yüzyıl insanını tarih öncesi mağara resimleri karşısında ya da çok eski ezgileri dinlerken heyecanlandıran sanatın bu niteliğidir.

GELENEĞİN SONU
19.yy. da geleneğin uyumu yok olunca başarılı bir iş adamının (kapitalistin, siyasetçinin) gözünde sanatçı; dürüstçe yapmadığı bir iş için aşırı ücretler isteyen bir sahtekardan farklı değildir. Sanatçılar sanat anlayışlarından ödün vermek istemiyor ‘aç kalma tehlikesiyle; kentsoyluları şaşkına çeviriyor; kafalarını karıştırarak eğleniyorlardı. 19.yy.; kendi adına düşünme korkusuzluğu ve inatçılığı gösteren, zamanın egemen kurallarını korkmadan eleştiren ve sanatı kendi olanakları içinde yaratanlara tanıktır.
Gelenekten kopuşa üzülenlerin 1789 öncesine dönmeleri gerekir. Bu mümkün değildir oysa! Günümüz siyasetçilerin, sanatçılara yapacaklarını söylemeleri; diktatör eğilimlerini sergiler ancak...
Modern sanatçı bir şeyler yaratmak ister. Daha önce hiç var olmamış bir şey yapmak; bir nesne kopyalamak, bir süs parçası yapmak değildir. Daha anlamlı kalıcı ve gerçek bir şey!
Çocuğun tuğla parçaları ve kumla çalışması gibi bir süpürge sapının büyülü bir değnek, birkaç taş parçasını sihirli bir şatoya dönüştürmek gibi… Böylesi büyüsel inanç tanrıya uzanan bir yol üzerinde olduğunu düşünenler olsa da; sosyal olayları çözerek eşitlik ve özgürlük için geniş halk kitlelerinin direniş ve arayışları olacağını düşünmek günümüze daha uygun düşmektedir.

SANATÇININ GÖREVİ

Sanat diye bir şey yoktur. Aslında sanatçılar vardır.
Yarım bir çözümlemeden tatmin olmadan içten bir çalışmanın çile ve eziyetini her türlü etkiye ve yapay başarıya tercih eden dürüst kişiler. Sanat büyük ölçüde seyirciye bağlıdır yine de.
İstiridyenin kusursuz bir inci üretebilmesi için yabancı bir cisme gereksinimi vardır. Sanatçıya verilen görev yeni bir şey yaratmasıdır… Yeni ve özgür olan sihirli bir şey!
Eğer yetersiz bir yaşayıştan kaçıyorsak, yaşayışımız neden yeterli değil Neden karanlık bir salonun aydınlatılmış sahnesinde yalnızca oyun olduğunu bildiğimiz bir şeye soluğumuz kesilircesine kapılıyoruz.
Sanatın başlangıçta bir büyü olduğu; gerçek ama bilinmeyen bir dünyaya egemen olmaya yarayan tılsımlı bir araç olduğu sonucuna varabiliriz. Din de bilim de gizli bir biçimde tıpkı bir tohum gibi büyüde birleşiyordu. Büyücülük görevi giderek toplumsal ilişkilere ışık tutmak, toplumsal gerçeklerin tanınıp değiştirilmelerine yardım etme görevine dönüştü. Gelişiminin tüm dönemlerinde büyünün bir payı olmuştur sanatta.
Bertolt Brecht epik tiyatro izleyicisinden oyun sonrasında beklediği: “Bu iş böyle olmaz. Katlanılır iş değil bu. Buna bir son vermeli” diyebilecek bilinci ve çözümlerini üretecek yolda kendini eğitmesini ister. Öyle ki çalışan erkek ve kadın tiyatroya; … geçimini sağlaması gereken korkunç, sonu gelmeyen uğraşmalarını görüp eğlenmek ve kendi sürekli değişiminin şaşırtıcı acısına dayanmak için gelsin. Tiyatroda en kolay yolda kendini yaratabileceğini görsün.

“Mantıksal olan şaşırtıcıdır" der Brecht. Özellikle "olağan olandan" kuşku duyulmalıdır. İnsanlıktan çıkmış bir insanlık döneminde; her şey yolunda imiş gibi gösterilmek istenir söz birliği içinde...
Din, inanmaya koşulludur. Kuşku ve eleştiri algılarına karşı durur. Modern devlet, ‘dinin’ eleştiri karşısında rüştünü ispatlamasını bekler; yüzleşirken onu korumaz. Hamisi değildir dinin devlet. Bilimin yanındadır…
Modern dünya; hayatı ve özgürlüğü savunabileceği yeni ve yaratıcı fikirleri ‘sanat ve sanatçılardan’ bekler; zorundadır. Devlet, ‘sanatçılara’ sunduğu, sanat üretim ortamı eleştirilerinden nasibini alır; yararlanır...
Tüm sosyal ve siyasal kurumlar; sanatın ‘insan ve özgürlük’ akışında yıkanırlar; cisimlenmeye çalışırlar. Sanatçılar bu süreçte yenilenerek oluşurlar… Sanatçı için ‘yaptıklarının yalnızca kullanımı değil’ ‘Doğru olması hali’ önemlidir…
Sanatın tarihi; mimari, resim, heykel ve gösteri sanatlarını yöneten bu kullanım ve doğrunun ırmaklarıdır.

04 Mayıs 2012




Şarkıda Beden

Bilemediği duvarlar içinde
bütünlüğün özenine seçilen...
Sayısız büyülü parçacağı yarına
dönüştüren denek...
Yorgunluk üzerindeki...
Doğanın gerilimleri
geçip giderken içinden,
Kimselerde kalmayacak
Başka oyunlara dönüşüyor ya...

O düşler
törenle sahnelerden inerken,
dağılıp doğaya;
ölümüne tanık tebessümün !..
Nasılsa olmuş olan
son ben'imsin sen...





 

0539 627 15 96

17 muscebi@gmail.com







MÜZİKLİ DÜNYA MASALLARI